Av. Ahmet Faruk AKBAŞ
-AVUKATLIK
-HUKUKİ DANIŞMANLIK
-AVUKATLIK
-HUKUKİ DANIŞMANLIK
"Adaletin kuvvetli, kuvvetlinin de adil olması gerekir."
Blaise Pascal
Çalışma Alanlarımız
Aile hukuku, aileye ilişkin konularla ilgilenen, medeni hukukun kapsamı içinde yer alan bir hukuk dalıdır. Aile hukukunun başlıca konuları nişanlanma, evlenmenin koşulları ve hükümleri, boşanmanın koşulları ve sonuçları, mal rejimleri, aile konutu, soybağı, evlat edinme, velayet, çocuğun nafaka hakkı, vesayet, kayyımlık, yasal danışmanlık, yardım nafakasıdır. Kadın hakları ve çocuk hakları, başlı başına ayrı inceleme alanı oluştursa da aile hukukunun da ilgi alanı içindedir.
Kayıtlı ya da kayıtsız yaşam arkadaşlıkları da aile hukukunun konusu içinde yer alır. Kayıtlı yaşam arkadaşlığı Türk hukukunda düzenlenmemiştir. Evlilik dışı yaşam arkadaşlığına bağlanan herhangi bir hak bulunmaz, bununla birlikte çocuklar ister evlilik içinde ister evlilik dışında doğsun eşit haklardan yararlanır.
Aile içi şiddet, taşıyıcı annelik, yapay döllenme, çocuk istismarı ve çocuk kaçırma gibi kadın hakları ya da çocuk hakları kapsamında ele alınan konular gerek uluslararası sözleşmelerde gerek iç hukukta özel olarak düzenlenmektedir.
Aile hukuku kapsamında Türk Medeni Kanunu'nda ve diğer bazı özel yasalarda düzenlenen konulara ilişkin uyuşmazlıklar aile mahkemelerinde görülür. Aile mahkemeleri, uzmanlık mahkemelerinden olup sosyal çalışmacı, ruhbilimci gibi alanda çalışan kişilerin yardımından yararlanıldığı mahkemelerdir. Ayrıca aile mahkemesi yargıçlarının atamasında da aile hukuku konusunda uzman olup olmadığına ve evli ya da çocuklu olup olmadığına bakılarak bu nitelikleri taşıyan kişiler atamada yeğlenir.
İdare hukuku, temeli anayasada belirlenen, idarenin faaliyet ve örgütlenmesine ilişkin kurallar öngören, kamuya tanınan üstünlük ve ayrıcalıklar ile bireye tanınan hak ve hürriyetlerin dengelenmesini sağlayan hukuk dalıdır.
Prof. Dr. Metin Günday'ın tanımlamasına göre:
İdare hukuku, en geniş anlamıyla idarenin hukukudur. O halde, idare hukukunun konusunu belirlerken, önce idare kavramından ne anlaşılması gerektiğini açıklığa kavuşturmak zorundayız.[1]
İdare ise, organik anlamda devlet yapılanması içerisinde belli görevleri yerine getirmek için oluşturulan örgüt ve bu örgütte istihdam edilenler olarak tanımlanır. Fonksiyonel anlamda ise idare ile kastedilen kamu hizmetlerini hayata yansıtmak için sahip olunması gereken nitelikler ve bu örgütün çalışma sistematiğidir.
İdarenin var oluş amacı kamu yararının gerçekleştirilmesidir. İdare hukuku da, kamu yararını oluşturmaya, bozulan yarar dengesini yeniden kurmaya yardımcı olarak idarenin faaliyet ve örgütlenmesini kurallara tabi kılar ve böylece bireyin hak ve hürriyetlerinin güvence altına alınmasını sağlar.
İdare hukuku, 19. yüzyılda ortaya çıkması bakımından kaynağını Roma'dan alan birçok hukuk dalına nazaran daha genç bir hukuk dalıdır. Gelişimini, değişen devlet modeli anlayışına bağlı olarak hızla sürdürmekte olan idare hukukunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıklar idari yargıda çözümlenir.
Bilişim hukuku, sayısal bilginin paylaşımını konu alan hukuk dalıdır. İnternetin kullanımına ilişkin yasal çerçeveyi belirleyen internet hukukunu kapsamaktadır. Bu bağlamda; gizlilik ve ifade özgürlüğü gibi kavramlar da bilişim hukukunu ilgilendirir.
Bilişim hukukunun, "Bilgi Teknolojisi hukuku" ve "İnternet hukuku" başlıkları altında ikiye ayrılarak incelenmesi gerekir. Bilgi Teknolojisi hukuku hem dijital hale getirilmiş bilginin hem de bilgisayar programlarının dağıtılması ile ilgili hükümleri düzenler. Bilgi güvenliğinin sağlanması ve elektronik ticaret konularında düzenlemeler içerir. Diğer taraftan İnternet hukuku, İnternet’in kullanılması ile ortaya çıkan hukuki meseleleri inceler. İnternet hukukunun hukukun birçok alanı ile etkileşim içerisinde bulunması gerekir. İnternet erişimi ve kullanımı, güvenlik, ifade özgürlüğü ve yargılama gibi hukukun diğer alanları ile ilişkilidir.
İş hukuku, işçi hakları, çalışma koşulları, işçi ücretleri, işçi sendikaları ve işveren-işçi ilişkileri ile ilgili konuları inceleyen hukuk dalıdır. İş hukuku Kara Avrupası hukuk sistemlerine dahil ülkelerde genellikle milli iş kanunları ile düzenlenmektedir. İş uyuşmazlıkları kural olarak iş mahkemelerinde görülmektedir. İş mahkemelerinin bulunmadığı yerlerde ise asliye hukuk mahkemelerinde görülmektedir.
Özellikle şimdiki zamanlarda modern işyerinde, tek bir çalışanı bile olan herhangi bir şirketin mevcut iş kanunlarına ayak uydurması hayati önem taşımaktadır. Sağlık sigortası veya işçi sigortası sunulması gerekiyor mu?[1] İşletmeler bir çalışana karşı ayrımcılık mı yaptı yoksa bir çalışan diğerine karşı cinsel tacizde bulunurken buna seyirci mi kaldı? Şirketinizin büyük mali sorumlulukla karşı karşıya kalabileceği pek çok alan vardır ve çalışanlara haksız muamele edildiğinde olası itibar kaybının da yaşandığı belirtilmektedir.
Ceza hukuku, suç ve ceza kavramlarını inceleyen kamu hukuku bölümüdür. Genel ve özel ceza hukuku olarak ikiye ayrılır (ceza genel ve ceza özel olarak da ifade edilmektedir).
Genel ceza hukukunun konusu suç kavramının maddi ve manevi unsurlarıyla tanımı, ceza hukukuna hakim olan genel ilkeler, ceza kavramının tanımı, suçu ortadan kaldıran nedenler, cezayı azaltan ve ortadan kaldıran nedenler gibi bütün suçlar için geçerli olan ilke ve teorilerdir.
Özel ceza hukukunun konusu ise ülkenin kanunlarına göre suç sayılan eylemlerin neler olduğu, bunların kapsam ve sınırları, birbirlerinden ayrılan yönleri ile bu suçlara öngörülen cezalardır.
Ceza hukuku geniş anlamda ceza yargılaması usulunü de içerirken dar anlamda ceza yargılaması ceza hukukunun dışında kalır.
Ceza hukukun en önemli iki temel ilkesi suçta ve cezada kanunilik ilkesi ve suçta ve cezada kusur ilkesidir.
Suç ve bunun karşılığı olan cezanın ancak kanun ile belirlenmesidir. Bu temel ilke, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 2. maddesinin 1. fıkrasında yer almaktadır: "Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz." Bu da suç tanımının belirgin ve açık biçimde kanunla düzenlenmesini gerektirir. Belirsiz ve muğlak ifadelerle suç tanımlanamaz (nulla poena sine lege certa).
Kanunilik ilkesinin gerektirdiği bir başka şart da, aleyhe olan kanunun geçmişe yürüyemeyeceğidir. Yani, işlendiği sırada suç olmayan bir fiilden dolayı, sonradan fiilin suç olarak düzenlenmesi nedeniyle kimse cezalandırılamaz (nulla poena sine lege praevia).
Gene kanunilik ilkesinin getirdiği bir başka koşul da failin aleyhine kıyas yasağıdır. Hukuk biliminde kıyas, kanunda boşluk bulunması halinde bu boşluğun en benzer hukuk kuralı bulunarak doldurulmasını ifade eder. Ceza hukukunda kıyas, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 2. maddesinin 3. fıkrasında "Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz." şeklinde belirtildiği üzere uygulanamaz (nulla poena sine lege stricta).
Ceza hukuku anlamında kusur, bir fiilin isnat yeteneği mevcut bir kimse tarafından bilerek ve istenerek işlenmesidir. Yani, failin cezalandırılabilmesi için fiili bilerek ve isteyerek yapmış olması gerekir. Bu ilkeden de ancak fiili bizzat işlemiş failin cezalandırılabileceği ilkesi türetilmiştir. Bu ilke de 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 20. maddesinin 1. fıkrasında yer almaktadır: "Ceza sorumluluğu şahsîdir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz."
Bir fiilin cezalandırılacak bir suç teşkil etmesi için belli unsurların mevcut olması gerekir. Suçu oluşturan temel unsurlar, kanuni unsur, maddi unsur, hukuka aykırılık unsuru ve manevi unsurdur.
Kanuni unsur, işlenmiş bulunan bir fiilin ceza kanununda düzenlenen suç tanımına birebir uygun olmasıdır. Bu unsura tipiklik adı da verilmektedir. Örneğin, hırsızlık suçunun gerçekleşmesi için failin "zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alması" gerekir. Kanunda tanımlanan bu unsurlardan biri yoksa, mesela alınan malın zilyedinin rızası varsa, hırsızlık suçunun kanuni unsuru oluşmaz.
Suçun meydana gelebilmesi için failin bir fiil işlemesi gerekir. Fiilden kasıt, insanın kendi iradesiyle dış dünyayı değiştiren bir iş ortaya çıkarmasıdır. Mesela refleks hareketleri veya epilepsi hastasının bilincini kaybettiğinde gerçekleştirdiği hareketler fiil unsuru taşımaz.
İşlenen fiil hukuk düzeniyle uyuşmazlık içindeyse hukuka aykırılık unsuru tamamlanır. İlke olarak kanuni unsuru gerçekleştiren bir hareket hukuka aykırıdır. Ancak, ceza hukuku hukuka aykırılığa bir takım istisnalar getirerek, kanuni unsuru tamamlayan bazı fiillerin hukuka uygun olacağını belirlemiştir, bunların başlıcaları şunlardır:
Kanunun hükmü ve amirin emri (TCK m. 24/1)
Meşru savunma (TCK m. 25)
Hakkın kullanılması ve ilgilinin rızası (TCK m. 26)
Cebir, şiddet, korkutma ve tehdit altında işlenen suçlar (TCK m. 28)
Zorunluluk (ıztırar) hali 2005 yılında TCK'da hukuka uygunluk nedeni olmaktan çıkarıldı.
Suçu gerçekleştiren son unsur kanuni tipikliği mevcut hukuka aykırı fiilin isnat yeteneği var olan bir kimse tarafından bilerek ve isteyerek yapılmasıdır. Bu unsur aynı zamanda, ceza hukukunun evrensel ilkelerinden biri olan kusursuz suç ve ceza olmaz ilkesinin suçu oluşturan unsurlara yansımasıdır. Bir eylem yukarıda belirtilen tüm unsurları taşısa bile, kişinin kastı yoksa manevi unsur yokluğu nedeniyle kişinin eylemi cezayı gerektirmeyebilir. Taksir sonucu işlenmiş fiillerden dolayı öngörülen cezalar bunun dışındadır.
Ceza yargılaması soruşturma evresi ve kovuşturma evresi olmak üzere iki önemli evreden oluşmaktadır. Bu evrelerde dosyalarda bulunan şahıslara farklı sıfatlar yüklenmiştir. Dosya içerisinde ilk etapta isimle belirtildikten sonraki aşamalarda, şahısların sıfatları ile adlandırma devam ettiğinden ceza yargılamasında bulunan sıfatlar önem arz etmektedir.
Halk dilinde şikâyetçi, şikayet eden olarak adlandırılan müşteki, ceza yargılamasında özellikle soruşturma aşamasında, sanıktan şikayeti bulunan ve şikayeti devam eden kişi olarak adlandırılır. Müştekinin, müştekilikten başka soruşturma evresinde herhangi bir sıfatı yoksa ceza almayacaktır.
Ceza yargılamasının ana unsuru sanıktır. Sanık yoksa aslında bir ceza yargılamasından bahsetmek pek mümkün olmayacaktır. Sanık, soruşturma evresinde şüpheli olarak adlandırılır. Yani suçu işlemiş olacağı düşünülen muhtemel kişiler şüphelidir. Şüpheli hakkında düzenlenen iddianamenin, mahkeme tarafından kabulü ile kovuşturma aşamasına geçilmesiyle şüpheli sıfatı, sanık sıfatına dönüşecektir. Masumiyet karinesi doğrultusunda sanık veya şüpheli olarak şahsı adlandırmak kesinlikle suçlu olduğunu gösterir bir durum değildir.
Soruşturma evresinde şikayetçi veya müşteki olarak adlandırılan, suçtan zarar gören veya zarar gördüğü düşünülen kişinin; Soruşturma evresinden sonra duruşmaya katılması durumunda, davaya müdahil olmuş olur ve müdahil sıfatıyla anılır. Yürütülen davayı takip etmek istediğini mahkemeye belirtmesi ve mahkemenin olurundan sonra “katılan” sıfatını alacaktır. Katılan artık o davanın bir tarafı haline gelecektir.
Ceza yargılamasında, işlenen suçtan veya fiilden zarar gören kişiye mağdur denir. Türk Ceza sistemimizde mağdur kavramı yalnızca gerçek kişiler için kullanılmaktadır. Suçtan zarar gören kamu veya tüzel kişi de olabilecektir. Ancak ceza yargılamasında gerçek kişi haricinde suçtan zarar görenlere mağdur denmemektedir. Mağdurun, ceza yargılamasında duruşmalara katılmama veya dosyayı takip etmeme durumlarında herhangi bir cezai sorumluluğu yoktur.
Ceza yargılamasında soruşturma evresi, suç işlendiği haberinin alındığı anda başlar. Soruşturma evresinin başlaması için “basit şüphe”nin oluşması gerekir. İhbar veya şikayet sonucunda ya da suç haberini alan Cumhuriyet savcısı kendiliğinden, kolluk güçleri vasıtasıyla işin gerçeğini araştırmaya başladığı aşamaya verilen addır. Soruşturmanın gizliliği esastır. Yani soruşturma ile ilgisi olmayan kişiler veya avukatlar dışındakiler soruşturma evresindeki bilgilere ulaşamaması gerekmektedir.
Cumhuriyet savcısının yürütmekte olduğu, basit şüphenin varlığı sonrası vakanın araştırılarak, gerek duyulması halinde iddianamenin hazırlandığı sürece adli soruşturma denmektedir. Savcının araştırmaları neticesinde iddianame hazırlanmasını gerektirecek bir durum olmaması halinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilebilecektir. Verilen karara mağdurlar, suçtan zarar görenler veya diğer ilgililer itiraz edebileceklerdir. Adli soruşturma, idari soruşturmadan tamamen bağımsızdır. Bir kişiye idari soruşturma sonucu ağır yaptırımlar uygulanabilecekken, adli soruşturmada suç unsuruna rastlanmayabilir veya tam tersi olması da mümkündür. Bu yüzden adli soruşturma ve idari soruşturmanın birbiri ile karıştırılmaması gerekmektedir.
Bir suçun işlenmiş olması şüphesi ile savcının yürütmüş olduğu sürece adli soruşturma denmektedir. Yine aynı fiil ve suçla alakalı şahsın bulunduğu görevi neticesinde herhangi bir yaptırım gerektirmesi durumunda müfettişler veya denetçiler aracılığı ile idari soruşturma yürütülmektedir. İdari soruşturma sonucunda herhangi bir yaptırım uygulanması veya uygulanmaması adli soruşturmayı etkilemeyecektir. İdari soruşturma neticesinde işten çıkarma, para cezası, aylık kesimi, kınama vs. gibi yalnızca idari yaptırımlara hükmedilebilecektir.
Enerji hukuku, yenilenebilir ve yenilenemez enerjinin kullanılması ve vergilendirilmesini düzenleyen hukuk dalıdır. Enerji hukuku genel olarak elektrik, doğalgaz, petrol, sıvılaştırılmış petrol gazı (LPG) piyasaları ve yenilenebilir enerji kaynakları ile ilgili alanlarda faaliyet göstermektedir.
Enerji hukuku ile ilgili yapılan ilk çalışmalar, 20. yüzyılın ortalarına denk gelmektedir. Bu tarihlerde meydana getirilen uluslararası sözleşmeler, bu konuya dair bazı kuralları içermekte ise de ayrı bir bölüm olarak düzenlenmemiştir. Bunun yerine, ikincil hukuki kaynaklar vasıtasıyla bu konuya dair düzenlemeler yapılmıştır.
Ana madde: Avrupa Birliği'nin Enerji Politikası
Avrupa Birliği bünyesinde "Üçüncü Paket" olarak adlandırılan ve elektrik piyasasında bir dizi yeni düzenleme getiren hazırlıklar Eylül 2007'de Avrupa Komisyonu tarafından yayımlanmıştır. Ancak bu düzenlemeler pratikte uygulanabilir olmaması sebebiyle Avrupa Birliği'ne üye devletler nezdinde pek destek bulamayıp üye devletlerin kendi politikalarını uygulamasından ötürü gönüllü katılımı gerektiren bir mekanizma olmaktan ileri geçememiştir.
İcra hukuku, borcunu ödeyemeyen borçlunun borcunun, alacaklının talebi üzerine, devlet zoruyla taşınır ve taşınmaz varlıklarına el konarak karşılanmasını konu alan hukuk dalıdır.
İcranın ilamlı ve ilamsız icra olmak üzere iki türü olup, ilamlı icra takibi mahkeme kararı doğrultusunda başlatılan icra takibi türü iken, doğrudan icra dairesine başvurularak başlatılan takip işlemi ilamsız icra takibi olarak adlandırılır
Uluslararası hukuk veya devletlerarası hukuk, uluslararası ilişkiler altında bir disiplin olmasının yanı sıra kamu hukukunun bir dalıdır. Bir uluslararası ilişkiler disiplini olarak uluslararası ilişkilerin hukuksal boyutunu bilimsel bir disiplin içinde inceler ve düzenler. Bir hukuk dalı olarak ise uluslararası hukuk, devletler, uluslararası örgütler arasındaki ilişkileri düzenler. Uluslararası antlaşmaların nasıl yapılacağı, uluslararası antlaşmalarda kullanılan terimlerden anlaşılması gerekenler, devletlerin diplomatik temsilcilerinin sahip olduğu dokunulmazlık, kıta sahanlığı, bitişik bölge, münhasır ekonomik bölge gibi konular uluslararası hukukun inceleme alanı içindedir.
Uluslararası hukuka yazında devletlerarası hukuk da denir. Ancak uluslararası ilişkilere yeni aktörlerin girişi bu dalı salt devletlerarası olmaktan çıkarmıştır. Uluslararası hukuk, hukuk fakültelerinde kamu hukuku bölümünde bir anabilim dalıdır. Ayrıca uluslararası ilişkiler bölümlerinde de uluslararası hukuk anabilim dalı vardır. Uluslararası hukuk, üç farklı alt dala ayrılır:
Uluslararası kamu hukuku (sözleşme hukuku[1], deniz hukuku, uluslararası ceza hukuku ve uluslararası insancıl hukuk gibi alanları kapsar.)
Uluslararası özel hukuk (kanunlar ihtilafı olarak da bilinir.)